7 Ağustos 2017 Pazartesi

Doğum ve Acı



   Acı, doğanın yaşamda kalma okulunun baş öğretmenidir. En basit anlamıyla acı bizi bedensel hasarlardan korur. Tehlikeli şeyler can yakar, gereğinden fazla riske girer ya da bedenlerimizi fiziksel sınırının ötesinde zorlarsak, acı bizi durdurur.

   Peki o zaman doğumda neden acı çekeriz? Doğum sancısı, herhangi bir başka ağrıdan hiç farklı değildir... Yoksa farklı mıdır?

   Özellikle yorucu doğum süreci geçirmiş kadınlar, bu deneyimin zerre kadar iyi yanı olup olmadığını sorgulayabilirler; ama doğum sancısı gerçekten de bir amaca hizmet ediyor olabilir mi?


   Gebeliğin son aylarında bebeğimizi kucağımıza almayı hayal ederken beklediğimiz işaret sancıdır.  Doğumun başladığının belirtisi olarak sancı bebeğin gelişini duyurur. Peki neden bu geliş bu kadar acı verir?

   Doğum, tehlikeli bir süreçtir. Rahim kasıldıkça plasentadan geçen kan miktarı kısıtlanır. Bebek doğum kanalına inerken baş deformasyona uğrar, kelimenin tam anlamıyla ezilir. Çok uzun sürmedikleri sürece bu düzensizliklerinin hiç birinin kalıcı herhangi bir sonucu olmaz. Giderek artan ağrı anneyi dikkatini toplayarak, olayı mümkün olduğunca hızlı biçimde sonuca ulaştırmaya zorlar. Yani ağrının görevi doğumu çabuklaştırmak olabilir. Ağrının doğumu hızlandırmasında oynadığı rol yüzyıllardır bilinir. Bazı kültürlerde bebeğin hızla çıkması için onu korkutmaya yönelik hikayeler anlatılmakta, bazılarında  ağrı duyarlılığını arttırmaya yönelik bitkiler kullanılmaktadır. Uygulamaların çoğunun amacı annenin konforu için değil ağrının artması içindir.

   Buraya kadar ağrı bebeğin gelişinin habercisi ve doğumun hızlanması için annenin tüm dikkatini olaya toplaması için olabileceğinden bahsettik. Burada acı ile ilgili bir şey daha var ki, insanlar yalnızca acı hissetmezler; gerçek  ya da  hayali sonuçları öngördükleri için ızdırab da çekerler.
 Örneğin bir köpeğin bacağı kırıldığında hayvan fiziksel acı hisseder; bir insanın bacağı kırıldığında ise o kişi hem fiziksel hem psişik acı çeker. Yani köpek yalnızca bir şeylerin yolunda olmadığını bilir ama insan çok daha fazlasını. Şöyle ki bacağı kırılan bir insan; haftalarca yatması gerekeceğini, bacağındaki hasara göre ameliyat olması gerekebileceğini, bir daha o çok sevdiği sporu yapamayabileceğini, uzun süre işe gidemezse işini kaybedebileceğini de bilir. Kırık bacağının o korkunç acısı, kısa sürede öfkenin, düş kırıklığının, kaygının ve umutsuzluğun verdiği psişik acılarla birleşir. Bu durumda köpeğin canı yanar, insan ise acı çeker.

   Bizler genellikle en kötüsünü düşünürüz. Dr Frank acil servis doktorluğu yaptığı dönemde bir hikayesinden bahseder. Gelen ambulansta süpermarketteki et dilimleme makinesinde baş parmağı kopmuş bir hasta gelmektedir. Rengi atmış, ter içindeki adam durmadan da öğürmektedir. Düşünmeden elini sardığı büyük havluyu açtıklarında kesilen yerden küçük bir nasır parçasının koptuğu ve kanamadığı bile anlaşılır. Hasta durumu anladığında utanç içinde ve rahatlamış olarak hastaneden ayrılır. Parmağının kopmuş olması düşüncesiyle bile öğürmemize neden olan beynimiz acı çekmekten fazlasını da yaşamamıza neden olur. Acıyı süsler ve büyütürken yaşamlarımızı ele geçirmesine de izin veririz. Aynı şey doğumlarımız için de geçerlidir. Evet doğum acı verir ama doğumun güçlüklerine düşünsel ve fiziksel olarak hazırlandığımızda en azından psişik acıları bir kenara bırakarak doğumu dayanılır ve doyurucu bir deneyime dönüştürebiliriz.


Kaynakça: Vertosick, Frank T., Neden Canımız Yanar, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2011
Not: Görsel Pinterest alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder